“Mariupol’un Sesleri”, kuşatılmış Mariupol’den tahliye etmeyi başaran insanların bir dizi hikayesidir. İşgalden önce bile Mariupol’de Ukraynaca konuşan ve bir savaş günlüğü tutan Yuliya Kostenko ile yaptığımız bir söyleşi ile devam ediyoruz.
Yuliya, 2018’den beri Ukraїner projesinde materyalleri Fransızcaya çevirerek gönüllü olarak çalışıyor. Ayrıca, savaştan önce öğretmenlik yaptı. Covid pandemisi başladığında Yuliya, Lviv’den memleketi olan Mariupol’e döndü. Ve orada, çalışmaya başladığı yabancı diller okulunda öğretmenlerden oluşan bir ekip buldu. Yuliya, ablukanın ilk haftalarını ailesi ve köpeği ile bir apartman dairesinde geçirdi. Ancak daha sonra evinden ayrılmak zorunda kaldı. 11 Nisan’da kız ve ailesi işgal altındaki şehri terk etti.
— Çocukluğumun şehri… Deniz anılarım var. Yaz tatillerinde denize yakın yaşayan büyükanneme geliyordum. Genelde onu ve muhtemelen merkeze yeterince yakın olan mahallemi hatırlıyorum. Apartmanımın giriş kapısının yanındaki ağacı hatırlıyorum. Üstüne tırmanmak, kendini süper yetişkin olduğunu hissetmek harikaydı. Ve bundan korktuğumu söyleyemem. Aksine çok beğeniyordum. Öğretmenlik yapmasaydım, muhtemelen kaya tırmanışı yapacaktım.
Yuliya'nın kişisel arşivinden fotoğraf.
Mariupol’de Rusça konuşuyordum. Ama bir gün sabah uyanınca vazgeçtim. Ayrıca, eğitim alanında çalışıyorum. Ben de kendimde bunun eksikliğini biliyorum, bu yüzden öğrencilerle artık Ukraynaca konuşmaya başladım.
2014’ten sonra toplum Mariupol’un ne olduğu ve Ukrayna’nın Mariupol hissinin ne olduğuyla daha fazla ilgilenmeye başladı.
Mariupol’de çok farklı insanlar yaşıyor. Büyükannem Ukrayna’nın batısındaki İvano-Frankivsk bölgesinden geliyor. Mariupol’e yeterince yakın yaşıyordu. Onunla vakit geçirmekten her zaman keyif alıyordum. Şehrimizde çoğunlukla Rusça konuşulur. Şimdi bu durum bir şekilde değişiyor, değişmeye devam ediyor. Büyükannem sayesinde Ukrayna geleneklerini öğrendim – öyle ki, muhtemelen o olmazsa Mariupol’de yaşayarak asla bunları öğrenemezdim. Onunla konuşmak her zaman ilgimi çekiyordu çünkü sokakta asla duyamayacağım güzel sözler biliyordu. Ukraynaca’nın farklı dialektlerden bilmediğim sözleri kullanıyordu. Söylediklerini yazmaya başladım, hatta günlüklerimde Melania Büyükanne sözlüğünün olduğu ayrı bir sayfam var. Benim için dil çok geniş bir kültür katmanıdır.
Hep böyle bir şey yapıyordum, hep bir şeyler yazıp duruyordum, notlar, ya da bir günlük tutuyordum. Sadece büyükannemin bu yaşta olduğunu gördüğümde daha sonra geri dönebileceğim bu anları kaydetmek istiyorum. Genç yaşlarımdan beri günlük tutuyorum. Kelimeler aracılığıyla gerçeği deneyimleyebildiğim, beni çevreleyen şeyi deneyimleyebildiğim için yapıyorum bunu, bu çok önemli. Bu konuda resim yapmaya veya şarkı söylemeye başlayan insanlar var. Ve benim için yazmak, kendini ifade etmenin yollarından biridir.
Savaşın ilk gününden itibaren, tarihsel olarak önemli olayların meydana geldiğini farkındaydım ve bunları yazmadan edemedim. Üstelik o koşullarda yazmak benim için en alışık olduğum, en basitiydi, çünkü ona sadece bir kalem ve kağıt gerekiyordu. İlk olarak, bu yazma olayı o an beni kurtardı. İkincisi de, bu duygusal olarak yüklü bir şey. Genelde herhangi bir ışık kaynağına erişimim olduğunda yazıyordum. Ya karanlıkta bir mum yakardım ya da gündüz yazardım. Aynı zamanda sözde bir arayıştı. Önce pencereye yakın bir yere oturup yazı yazıyorsun, sonra bir şeyin yanından uçtuğunu duyuyorsun ve hepsini alıp banyoya koşuyorsun. Ve etrafındaki tüm çatışmalar biraz da olsun dindiğinde mum ışığında yazmayı bitiriyorsun.
Evimizin yakınında savaş araçların durduğu zaman- her şey çok iyi duyuluyordu, bu yüzden banyoda bir sığınak yaptık. Bütün halıları oraya attık ve üzerimizi örttük. Bazen orada uyuyakalırdık, bazen orada uyanırdık. 25 Mart sabahı, saat beş ile altı arasında, yanımızdaki eve roket fırlatıldı. Banyo zemininde yatarak saklandık. Daha sonra aceleyle kahvaltı edip, kahve çay içip, eşyalarımızı alıp bisikletlerle denizin yanında yaşayan büyükannemin yanına gittik. Saat sekizdi. Her şeyi kendimize “yükledik”, en az bir çantanın bana verilmesini istemememe rağmen, en yüklü annem ile babam çıktı. Köpeğim Lordık ile birlikte toplamda sekiz-dokuz parça olduk.
Yuliya'nın kişisel arşivinden fotoğraf.
Her zamanki gittiğimiz yoldan büyükannemin evine gittik, ama etrafımızdaki her şey tanınmayacak kadar harap görmüş. Savaş boyunca apartman dairemizde kalıp mahallemizin neye benzediğini bile bilmiyordum. Budivelnıkiv sokağı (benim sokağım) tarafında tüm camları kırık iki ev var, etraf camlar ile dolu. Bahçıvancı Caddesi kesişiminde her şey tamamen yok edildi: dükkanlar, içki dükkanları, troleybüs kabloları asılı – onların etrafında dolaşıp geçmemiz gerekiyordu. Asfaltta korkunç çukurlar vardı. Durağa doğru, pazarın yakınında, neredeyse yolun tüm genişliğini kaplayan bir çukur vardı. Ve cehennem gibi korkunç çok namlulu roketatar sistemi “Grad”lar etrafta vızıldıyor. “Krıstal”a (böyle bir kafe vardı) giden avluların yakınında, otomatik silah sesleri duyuluyordu. Korkuyorsun tabii, ama vahşi bir güvenle bir dua ediyor ve o duayı insanlık dışı katliamın tiz seslerinden daha iyi duyuyorsun. Daha sonra öğrendiğim gibi, “Krıstal” girişine yakın bir yerde toplu mezarları geçmiştik. Bir tümsek ve hatta el yapımı bir haç vardı. 21. yüzyılın çok canlı, çok güncel, nabzı çok atan bu modern şehirde daha önce kendimi hiç böyle hissetmemiştim, ama o an kendimi taş devrinde gibi hissettim.
Tanrı’ya şükür sağ salim ulaştık. Böyle merhametli komşularımız olduğu için çok minnettarım, büyükannemiz ile çok iyilerdi. Büyükanneme gittik, ona sarıldım, çok zayıf ve yorgundu. Komşular uzun süredir saklandığını ve gerçekten desteğe ihtiyacı olduğunu söylediler. Hatta her gün egzersiz yapmıştı: oldukça dik merdivenlerden inip çıkıyordu. Nenem için bu süper spordu. Avluda otururduk, Lordık’ı gezdirirdik, komşulara giderdik. Ve çok uzun zamandan sonra ilk defa rahatlama hissettik. O gün bahçemize gelen tüm komşular ve tanıdıklar bizlerle, mahallemizle ilgilendiler ve hikayelerini anlattılar.
Uzun zamandan sonra ilk defa suyu ısıttık ve sonunda düzgün bir şekilde yıkanabilmek çok rahatlatıcı oldu. Ama ilk başta yorgunsun, kafan başka düşüncelerle dolu. Daha sonra, birkaç kez yıkandıktan sonra anca, “Ah, kahretsin, sıcak su varmış” diye düşünürsün. Mart ayı boyunca ortalama sıcaklık yaklaşık eksi 8 ile eksi 10 arasındaydı. Sonra birkaç günlüğüne eksi 5 olur ve sen “Aha, havalar ısınıyor!” dersin. Sonra yine eksi 10 olur. Dairemiz çok, çok soğuktu. Sıcaklığı gösteren bir saatimiz vardı. Önce üç derece gösteriyordu, sonra iki derece ve sonra derece derece düşüyordu. Birkaç hafta boyunca sıfır derecedeyken yaşadık. Evden neredeyse hiç çıkmadığım için en çok ayaklarım üşüyordu. Isınmak için odaları dolaşıyordum. Sürekli sıcak tutan on kazak, polar, çorap giyip uyuyordum, birbirimizi ısıtıyorduk. Aileyle olan bu karşılıklı destek her zaman çok güçlüydü! Hepimizle gurur duyuyorum. Ailem benim için her zaman çok önemli olmuştur ve şimdi ilişkimiz tamamen yeni bir düzeye geldi.
Ne yazık ki, 22 tarihinden itibaren deniz kenarında da çok gürültülü olmaya başladı. Sonra her gün gürültü artıyordu. Ve anlıyorsun ki artık şehrin hiçbir yerinde güvenlik yok, daha düne kadar sessiz olan bölgede bile. O zaman birbirimiz için her şeyi yaptık: biri çay yaparn, biri yemek, biri sırtını okşar, sarılır, her şeyden önce içsel olarak ve fiziksel olarak sağlıklı olmak için her şeyi yapıyorduk.
7 Nisandı, Beşaret bayramıydı. Çok ilginç bir gündü: biz dışarı çıktığımızda bize bir Haski köpeği geldi. ‘Köpecik, 7 Nisan’da geldin, Beşaret’te geldin’ diye olumlu işaretler buluyorduk. ‘O, çok güzel bir alamet diye söylemeye başladık, yani en kısa zamanda kurtaracağımıza, daha güvenli bir yere gidebileceğimize inanıyorduk. 11 Nisan’da biz şehirden ayrıldık. Kaldığımız arkadaşımızın arabasıyla saat 9 gibi yola çıktık. Aşağıdan Azovska sokağından gitmeye karar verdik ama orda Rus askerler ileride çatışmaların devam ettiğini söylediler. Bu yüzden geri döndük. Babam bisikletle bir yokuşa çıktı, ‘Gidebiliriz’ diye söyledi. Arabaya binip yola çıktık, inişli çıkışlı yoldan geçtik ve bir kontrol noktasına vardıktan sonra orada gerçek bir sorgu yaşadık.
Bu Mariupol çıkışındaki bir kontrol noktasıydı. Ben şahsen onların tarafından çok aşağılandım. Bu sorgudan geçtim ve bunun kendimi geliştirmeye teşvik edebileceğini düşünüyorum. Korkutuldum, aşağılandım, kötü sözler duydum, kesenlikle hayatımın en güzel konuşmalarından biri değildi. Fakat bunu da yaşadıktan sonra Muliakine de denilen Melekino kasabasına girmeyi başardık. Babam hemen kalacak yer ayarladı, orada geceledik (bir pansiyonda kaldık). Babamın dediği gibi ekonom varyantıdır, ama önemli değildi, çünkü o an başımıza gelebilecek en güzel şeydi. Lavabodaki sıcak su, elektrik, telefonlarımızı şarj edebileceğimiz prizler bizi çok şaşırttı. Balkondan manzarayı izleyebildik, deniz sesini ve hiç alışık olmadığımız sessizliği dinleyebildik.
Babam, sabah saat 5’te çıkacağımızı ayarladı, bize kalan geceleyip yolumuza devam etmekti. Belirlenmiş saatte çok cana yakın bir şoför abiyle yola çıktık. Bizim ile birlikte giden bir daha araba vardı. Annemle ben yolda hep dua ediyorduk. Çervone Pole kasabası yakınlarında da yolun her iki tarafına dağılmış yanmış arabalar vardı. Ve bunun bir hafta önce şehirden ayırılmaya çalışan arabalar olduğunun farkına vardık. Hepsi hurda metale dönüştü. Bunlar öyle yara yerleridir ki, şimdi ne kadar mucizevi bir şekilde kurtulduğuna farkına varıyorsun. O zaman bile, her şey için çok güçlü bir şükran duygusu hissettik. Hiç değilse zarar görmediğimiz için mesela. O kadar şanslıydık ki annem ve ben her şeyin Tanrı’nın ellerinde olduğunu söylerdik. Yol boyunca karnımın kasılıp kaldığını ve hep dua ettiğimi hatırlıyorum.
12 kontrol noktasını geçerek arkadaşım ve ailesiyle kaldığımız Zaporijjya’ya en nihayet ulaştık.
Lviv’e yanıma günlüklerimi, arkadaşlarımdan aldığım kartpostalları, “Mariupol ile birlikteyiz” rozetini aldım. Taras Prohasko’nun “Neprosti (TR Basit olmayan)”, Mıroslav Doçınets’in ” Ditı Paporoti (TR Eğrelti’nin Çocukları)”, arkadaşım Irına Zagladko’nun şiir kitabı gibi kitapları aldım. Bir de iade etmem gereken bir diğer ‘‘Peer Gyunt’’ kitabı da. Elimle yazmaya başladığım dua kitabımı da aldım. Ayrıca ailesi bize Zaporijjya’da kapıları açan bir kızın çizdiği resmini aldım. Annesi beni köpeğimle suluboya çizdi ve bu resmi bana hediye etti. Yani, bunlar bana güç katan şeylerdir. Senin için önemli olan şeyleri alıyorsun.
Ukrayna zafer kazandığında ziyaret etmek istediğim yerlerin küçük bir liste yaptım. Onu bir yerde paylaşacaktım, ama henüz zaman bulamadım. Lviv’de bir rock kulübünü, Harkiv’de ise bir meydanı ve filarmoni salonunu ziyaret etmek isterdim. Mariupol’de yaşarken her şeyi uzaktan öğreniyordum. Taşındıktan ve Ukrayna’yı gezip dolaştıktan sonra ülkemizde de büyük festivaller olduğunu öğrenmeye başladım. O kadar şeyimiz var ki, çok zenginiz… Eğer önceden bir hayalin, bir yapılacak listesi, gezilecek yer listen vardı, artık onları erteleme, bekletme zamanı değil. Şimdi yaşamak lazım.
Zaferimizi nasıl mı hissediyorum? Öncelikle işgal altındaki tüm şehirlerin Ukraynalı olması gerektiğini düşünüyorum. Ben bu kutlamayı böyle hayal ediyorum. Zaferden sonra, Ukrayna o kadar turistik bir yer olacak ki, tüm ülke bir turistik noktasına, her şehirde kendine ait bir sembol ortaya çıkacağına inanıyorum.
Ukraynalılar, Ruslara nazaran bir değer duygusuna sahip. Kendi tarihinin, kültürünün, sanatının değeri biliyorlar. Bu değerlere karşı çok dikkatli, çok hassas tutumları var. Bence Ruslar buna sahip değil, şimdi bu değerlerin eksikliliği her zamankinden daha çok ortada. Ukrayna ise bir nefestir. Aşktır. İnsanlardır.